AHMED HAŞİM, (1884 Bağdat - 4 Haziran 1933 İstanbul), şair ve yazar. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’in oğludur. Annesini sekiz yaşındayken kaybetti. Babası onu İstanbul’a getirip Galatasaray Sultanîsi’ne yatılı öğrenci olarak kaydettirdi. Yalnızlığı daha da arttı. Çocukların okulda ona “Arap Haşim” demesi onu çevresine büsbütün yabancılaştırdı. Öğrenciyken ilk şiirlerini yayımlamaya başladı. “Şiir-i Kamer” dizisini diplomasını alırken bitirdiğini söyler (1907). Bu şiirler Bağdat’ta Dicle kıyısında çocukluk günlerinde annesiyle yaptığı gezilerin izlerini ve anılarını taşır. Yaşamını öğretmenlik, çevirmenlik, müfettişlik yaparak sürdürmeye çalıştı. İş hayatında başarılı olamadı, önemli mevkilere yükselememekten yakındı. Kendini çirkin bulması yüzünden evlenmeye hiç yanaşmadı. Ancak ölümünden birkaç gün önce bakıcısıyla evlendi. Ahmed Haşim, hep yalnızlığın beslediği bir şiiri yazdı. 1920’de Güzel Sanatlar Akademisi’nde estetik öğretmenliğine atandı. Akşam gazetesinde fıkra yazarlığı yaptı. Hamit ve Fikret etkisindeki gençlik şiirleri Mecmua-i Edebiyye (ilk şiiri “Hayal-i Aşkım” 1900), Âşiyan, Musavver Muhit (1909) dergilerinde yayımlandı. Kişiliğini bulduğu yıllarda Fecr-i Ati topluluğuna katılarak, diğer şair ve yazarlarla birlikte Servet-i Fünun’da (1909-1912), Resimli Kitap, Rebap (1912) dergilerinde yazdı. Daha sonra Dergâh’ta toplanan sanatçılar arasına katıldı (1912-1922). Bu derginin ilk sayısında “Bir Günün Sonunda Arzu” şiiriyle göründü. Abdülhak Şinasi ve Nurullah Ataç, Yarın ve Dergâh dergilerinde, “Göl Saatleri” (1921) adlı kitabından övgüyle bahsetti. “Göl Saatleri”nde topladığı şiirlerde dilini oldukça sadeleştirmiş, kullandığı aruz ölçüsü için de yeni teknik olanaklar aramaya başlamıştı. Asıl gücünü ortaya koyan şiirleri bu yılların ürünüdür. Dize kurmadaki ustalığı, aruz ölçüleriyle sınırlanmayan ses değişimleri, sözcüklerin seçimindeki yerli yerindelik, iç uyumlar yaratmadaki başarıları, değişik buluşları, doğaya bakışı, kendisinden sonra gelen kuşakları etkileyen özellikler arasında sayılabilir. Şiirinde sağladığı bu yenilikler, Haşim’in 20. yüzyıl şiirimizin ilk önemli aşamalarından biri olarak kabul edilmesine yol açtı. “Piyale” adlı kitabının önsözünde şiirin iç yapı özellikleri konusunda görüşlerini “Şiirin dili, anlaşılmaktan çok, duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, aracı bir dildir” şeklinde belirtmiştir. Türk şiirinde sembolizmin temsilcisi sayılan Ahmet Haşim, şiirlerinde genellikle renkli ve ışıklı doğa güzellikleri karşısında insan ruhunun ürperişlerini dile getiren bir şairimizdir. Şiirinin en belirgin özelliği; hayal ile duyguyu seçkin buluşlar ve mecazlarla zenginleştiren bir anlatım gücüdür. Kelimelerin yan yana gelmesinden doğan iç ahenge önem verir. Kullandığı kelimelerin çoğu, “derinlik, soyutluk, uzaklık” kavramlarını yansıtır. Şiirlerinde kapalı kalmayı sever. En çok “şafak vakti, akşam ve gece” gibi hayal kurmaya elverişli saatleri seçer. Daima göz alıcı ve sıcak renkleri kullanır. Şiirde anlamın değil, ahengin, söyleyişin önemli olduğuna inanır. Ahmet Haşim’in en çok işlediği temalar “aşk, ölüm, çöl ve kendinden kaçış”tır. Genellikle karamsar ve içine kapanık bir şair olan Ahmet Haşim; aşk’ı sürekli ıstırap kaynağı; çöl’ü çocukluk yıllarının sıla özlemi, ölüm’ü kahır, yas, karanlık ve korkulu hayallerle sarılı bir dünya; “kendinden kaçış”ı da çevresinden ve benliğinden kurtulma duygusuna bir sığınak gibi görür. O Belde şiirinde bu tema ustaca işlenmiştir. Değişik özlerin, değişik biçim güzellikleriyle kaynaştığı, insanî değerleri özümseme çabasında büyük aşamalara ulaşan savaş sonrası şiir anlayışları karşısında Haşim de çağdışı kalan eski bir teknik ustası durumuna düşer. Ahmet Haşim’in nesirlerinde, şiirlerinin aksine, açık fakat yine süslü bir anlatım vardır. Benzetmelerinde kendine özgü bir buluş gücü belirgindir. Düşüncelerini planlı biçimde işler. Eserleri: Göl Saatleri (şiir, 1921), Piyale (şiir, 1926), Gurabâhâne-i Laklakan (fıkra, 1928), Bize Göre (fıkra, 1923), Frankfurt Seyahatnamesi (gezi anıları, 1923).

KARANFİL

Yârin dudağından getirilmiş

Bir katre âlevdir bu karanfil,

Rûhum acısından bunu bildi!

 

Düştükçe, vurulmuş gibi, yer yer,

Kızgın kokusundan kelebekler,

Gönlüm ona pervâne kesildi...

                                                (Piyâle)

 

BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU

Yorgun gözümün halkalarında

Güller gibi fecr oldu nümâyân,

Güller gibi... sonsuz, iri güller

Güller ki kamıştan daha nâlân,

Gün doğdu yazık arkalarında!

 

Altın kulelerden yine kuşlar

Tekrarını ömrün eder ilân.

Kuşlar mıdır onlar ki her akşam

Âlemlerimizden sefer eyler?

 

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Bir sırma kemerdir suya baksam

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Göllerde bu dem bir kamış olsam!

                                                    (Piyâle)