ÂŞIK, saz eşliğinde doğaçtan (irticalen), hazırlıksız şiir söyleyen, söz şairi, halk şairi ya da halk ozanı da denilen şairlerin ortak adı. 16. yüzyıldan başlayarak kentlerde, köylük yerlerde, göçebe ya da yarı göçebe topluluklarda, asker ocaklarında yetişen bu sanatçı tipinin belirgin özelliği, şiir yazmayıp saz eşliğinde şiir söyleyen ve halk şiiri geleneğini sürdüren bir yaratıcı olmasıdır. Saz ve sözün bu birlikteliği, âşık adının, eski ozan unvanının yerine kullanıldığını göstermektedir. 13. ve 15. yüzyıllarda halk şiirinin çeşitli tarikatlara bağlı derviş şairlerce temsil edildiği (Yunus, Kaygusuz vb.) beylikler dönemi Anadolusu’nda ya da Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında ellerinde çeşitli sazlarla ilâhîler okuyarak dolaşan dervişlerin bulunduğu biliniyor. Halkın, âşığı, “hak âşığı” sayması da buna bağlanabilir. 16. yüzyıldan sonra, öğrenim görmemiş, saz çalan ve irticalen hece ölçüsüyle şiir söyleyen âşıkların sayısı artmış, Yunus, Kaygusuz, Hacı Bayram izinde yürüyenlerse geleneksel halk şiiri biçimlerini kullanmakla birlikte öz olarak ayrı bir şiir geliştirmişlerdir. Bunlar arasında âşık sayılabilecek Pîr Sultan Abdal benzeri şairler de vardır. 17. yüzyılın son yarısından başlayarak Âşık Ömer, Gevheri, Dertli, Emrah gibi, öğrenim görmüş, saz çalan, ama aruzla da şiir yazabilen ve sözü, sazdan önemli sayan şairlerle âşık kavramı daha geniş bir alanı kapsar.