ANI, yaşanmış olanın bellekte bıraktığı iz. Edebiyatta, bir kimsenin kendi başından geçen ya da tanık olduğu olay ve olguları, gözlemlerine, bilgilerine dayanarak, kimi zaman kişisel duygularını ve düşüncelerini de katarak anlattığı yazı türüne denir. Anıyla otobiyografi (özyaşam öyküsü) arasındaki ayrılık, ikincide, yazarın bakışının kendisine yönelik olması, salt kendinden söz etmesidir. Oysa anı yazılarında amaç, yaşananın anlatılmasıdır. Yalnız sanatçıların değil, toplum yaşamında önemli rol oynamış ya da yaşamı toplumca ilgiyle izlenmiş kişilerin de anılarını yazdıkları görülür (devlet adamları, bilim adamları, sinema ve tiyatro oyuncuları gibi). Çünkü kişi, anılarını yazarken, tanımda da görüldüğü gibi yaşadığını, gördüklerini, tanıdığı kişileri yansıtmak ister. Bu nedenle, sanatsal amaç, anı yazılarında ikinci plândadır. Yalnız, bir anı yazısının kalıcı olabilmesi, gerçekleri yansıtmasına ve yazanın içtenliğine bağlıdır. Batı Edebiyatının her aşamasında bunun pek çok örneği olduğu gibi, bizim edebiyatımızda da çok sayıda kalıcı örnek bulunmaktadır. Goethe’nin, Stendhal’in gezi notları ya da günlük türünden anıları hem bir çağın dünyaya bakış biçimini, hem de yapıtlarının daha bir anlaşılmasını sağlamak bakımından etkileyicidir. Bazı yapıtlar da, doğrudan anı türü içinde yer almamakla birlikte, dolaylı olarak, yazarın yaşanmış anılarının bir belgesel niteliğini taşır. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar, Ölüler Evinden Anılar başlıklı yapıtları bunlara örnektir. Tolstoy’un Çocukluk adlı yapıtı da kendi çocukluğuna ilişkin bir anı-roman niteliğini taşır. Türk edebiyatında anı, başlangıçtan bu yana önemli bir yer tutmuştur. Anı türünün Tanzimat’tan sonra geliştiğini söylemek yanlıştır. Belki Türk edebiyatında, Batı örneği anı kitapları görülmez. Ama bir yazı türü olarak anının nitelikleri ya da kişiyi anılarını yazmaya iten amaçlar göz önüne alınacak olursa, bu yargının temelsizliği anlaşılır. Bir kez Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleri sayılan “Kültigin” ve “Bilge Kağan” anıtları birer anıdır. Babür Şah’ın “Vakayi”si (Babürname), Timur’un “Tüzükât”ı, Ebülgazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Türki”si de birer anıdır. Vakanüvislerin tarihleri de büyük ölçüde anıya dayanır. Edebiyatımızda anı türüne bazı örnekler: Abdülhak Hamid’in Hatıraları, Ahmet İhsan Tokgöz’ün Matbuat Hatıralarım’ı (1932), Hüseyin Cahit Yalçın’ın Edebi Hatıralarım’ı (1935), Halit Ziya Uşaklıgil’in Kırk Yıl’ı (1936), Abdülhak Şinasi Hisar’ın Yahya Kemal’e Veda (1959) ve Ahmet Haşim’i (1952); Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Zoraki Diplomat (1955), Anamın Kitabı (1957), Politika’da 45 Yıl (1968), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969), Vala Nurettin’in Bu Dünyadan Nâzım Geçti’si (1966), Orhan Kemal’in Nâzım Hikmet’le Üçbuçuk Yıl’ı (1964), Mehmet Kemal’in Acılı Kuşak (1968) ve Şairler Döğüşür (1982) gibi eserleridir.