AŞIRI İLETKENLİK, bazı cisimlerin, bir Tc kritik sıcaklığının altında kazandığı ve elektrik direncinin kaybolmasıyla ve manyetik indükleme alanının numunenin dışında kalmasıyla belirgin özellik. Eşanlamlısı üstün iletkenlik, süper iletkenlik. Aşırı iletkenlik, düşük sıcaklıkta, çok sayıda malzemede görülebilir. Bu olay her ne kadar, 1911’de Hollanda’da Leyde’de keşfedilmiş olsa da, ancak 1957’de John Bardeen, Leon Cooper ve Robert Schrieffer tarafından kuramsal olarak açıklandı (1972 Nobel Ödülü). Aslında bu buluşun kökeni, Heike Kammerlingh Onnes’in ilk kez helyumu sıvılaştırmayı başardığı tarih olan 1908 yılına dayanır. O döneme kadar helyum, hiç kimse tarafından sıvılaştırılmadığından sürekli bir soy gaz olarak düşünülüyordu. Kammerlingh Onnes’in elde ettiği bu başarı, tümüyle yeni bir alan olan düşük sıcaklık fiziğinin temellerini attı. Gerçekten de sıvılaştırılmış helyumun sıcaklığı atmosfer basıncı altında, -269 °C yani 4,2 K’dir. O tarihten üç yıl sonra, aynı Leyde laboratuvarında, aşırı iletkenlik olayı bulundu. 1911’de, Kammerlingh Onnes’in yanında çalışan G. Holst, bir cıva numunesinin elektrik direncini ölçüyordu ve bunun, düşük sıcaklıktaki davranışını izlemeyi amaçlıyordu. Kammerlingh Onnes, mutlak sıfırda, direncin yavaş yavaş sıfırlandığını mı, yoksa tam tersine, bir tür elektron donmasıyla arttığını mı öğrenmek istiyordu. Böylece, kendileri için de büyük bir süpriz olan olayı, yani direncin, kritik sıcaklık denilen, 4,2 K’lik kesin bir Tc sıcaklığında aniden sıfıra düştüğünü gözlemlediler. Kısa süre içinde, kalay, indiyum, alüminyum, kurşun gibi birçok aşırı iletken metal bulundu. Hiçbirinde elektrik direnci yoktu. Bunlar akımın, enerji yitirmeden, Joule etkisi olmadan akabileceği ideal iletkenlerdi. Ayırt edici nitelikteki ikinci özellik, 1933’te Berlin’de, Alexander Meissner ve R. Ochsenfeld tarafından bulundu. Bu bilim adamları, bir aşırı iletkenin, mesela bir mıknatıs tarafından oluşturulan bir manyetik alan içindeki davranışını incelediler. Deneyi yapma şekli ne olursa olsun, manyetik alanın, sıcaklığa bağlı bir Hc (T) kritik alanından düşük olduğu sürece, malzeme içine nüfuz edemediğini fark ettiler. Bu eşiğin ötesinde, aşırı iletkenliği yok etmiş olan manyetik alan, ortam sıcaklığındaki normal bir metalde olduğu gibi, yeniden malzeme içinden geçiyordu. Daha sonra Meissner etkisi olarak adlandırılan bu olay, diyamanyetizmayla açıklanır ve Lenz yasasına dayanır. Malzeme içine bir manyetik alan nüfuz ettirilmek istendiğinde, malzeme, uygulanan alana zıt bir alan oluşturan yüzeydeki indüklenmiş akımlarla, manyetik alanın nüfuz etmesine karşı koyacak şekilde bir tepki gösterir. Bir aşırı iletken durumunda, tam bir karşı koyma elde edilir, aşırı iletken içindeki manyetik indükleme B sıfırdır. Böylece ideal bir diyamanyetizmaya ulaşılır. Bu durumda bir aşırı iletken, hem sıfır özgül dirençli ideal bir iletken hem de ideal bir diyamanyetiktir. Aşırı iletken malzemelerin keşfi, tümüyle deneysel temellere dayanır. Başlangıçta, alüminyum, kalay, indiyum, niyobyum gibi basit metallerin ve daha sonraları ise, ikili alaşımların aşırı iletken özellikleri anlaşılmıştır. 1950’ye doğru, B. T. Matthias ve J. Hulm, bilinen bütün aşırı iletkenleri inceleyerek, bazı ortak kristalografik, fiziksel ve kimyasal özellikleri ortaya koydular. Aşırı iletken malzemeler, kübik bir sistemde kristalleşiyor ve atom başına kullanılabilir ortalama elektron sayıları dört ile beş arasında değişiyordu. Bu kurallar, 1973’e kadar iyi işlemiş ve bir dizi aşırı iletken alaşım keşfedilmiştir. Formülü NbN veya NbTi olan alaşımlar (Nb: niyobyum; N: azot; Ti: titan) ile A3B formülüne sahip bir diğer alaşım ailesi; burada A, bir silisyum veya niyobyum atomunu, B ise herhangi bir atomu (Al, Ga, Si, Ge, Sn, Zr...) temsil etmektedir. Yukarıda sayılan maddeler, A15 biçiminde gösterilen bir sistemde kristalleşir; bu sistem de aşırı iletkenliğe özellikle elverişli olan tungsten b’nın kristal yapısının sistemidir. 1973’te, kritik sıcaklığı 23, 2 K (veya -250 °C) olan Nb3Ge bileşiği elde edildi. Hiçbir kurama dayanmayan Matthias kuralları her zaman kabul görmediğinden farklı alanlarda da malzeme araştırmaları yapılıyordu. 1972’de bulunan Chevrel evreleri, kritik sıcaklıkları 15 K’e (-258 °C) yakın olan ve romboedrik veya heksagonal sistemde kristalleşen üçlü alaşımların keşfedilmesini sağladı. 1986’da Zürih’teki IBM şirketinden iki araştırmacı, Goerg Bednorz ve Alex Müller, 35 K’de  (-238 °C) aşırı iletken hâle gelen, temel bileşeni bakır, lantan ve baryum oksit olan bir seramik buldular. Kısa süre içinde, başka aşırı iletken seramikler de bulundu ve Şubat 1987’de, 95 K’de (-178 °C) aşırı iletken hâle gelen ve lantan yerine, itriyum (smg.Y) kullanılan YBa2Cu3O7 bileşiğinde, sıvı havanın sıcaklık eşiği aşıldı. Hava veya azot, atmosfer basıncında, 77 K’de (-196 °C) sıvı haldedir. Bu durumda, aşırı iletken alaşımları, özellikle ağır bir kriyojenik teknoloji gerektiren, sıvı helyum sıcaklığında soğutmak gerekmiyordu. 1988’de, nadir toprak elementler içermeyen yeni bileşikler bulundu: temel bileşeni bizmut, stronsiyum, kalsiyum, bakır ve oksijen olan bir bileşik ile bizmutun yerini talyumun aldığı bir başka bileşik. Kritik sıcaklık, sıvı havanın sıcaklığının oldukça üstünde yer alan, 125 K’ye (-148 °C) ulaştı. Böylece, anîden “ılık” bir aşırı iletkenliğe geçilmiş oldu. Ancak, bu malzemeler henüz laboratuvar aşamasındadır.