ATATÜRKÇÜLÜK, (Kemalizm de denir), Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devletin millet egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve bilimin rehberliğinde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacıyla, temel esasları yine Atatürk tarafından belirtilen, devlet hayatına, ekonomik hayata, toplumun temel kurumlarına ilişkin gerçekçi fikirlere ve ilkelere verilen ad. Atatürkçülük, sürekli yeni gereksinmelere uyum gösterebilen, geleceğe açık, dinamik bir özelliğe sahip, katı değil, pragmatik nitelikli, etkin bir düşünce ve eylem birliğini içerdiğinden esnektir. Onun için ülkedeki yankıları ve oluşumu, dışarıya yansıması da hep uygulama biçiminde olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla birlikte Atatürkçülük, az gelişmiş ve bağımsızlık mücadelesi veren ülkelere örnek sayılmıştır. Toplumsal ilerlemeyi engelleyici kurumları, önceden belirlenmiş bir süreç içinde ortadan kaldırıp halkın da desteğiyle 20.yüzyılın çağdaş kurumlarını getirmeyi amaçlayan Atatürkçülük, Doğu kültür alanından Batı kültür alanına geçişi sağlayan köklü bir değişimi gerçekleştirmiştir. Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı ve giderek onu da aşmayı amaçlayan Atatürkçülük, Batı’nın bilim, teknik, düşünce, felsefe, sanat ve tüm yaşam görüşünü benimsemeyi ilke edinmiştir. Yıkılan bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde bağımsız ve ulusal bir devlet kuran Atatürk, bu devleti yaşatacak tüm önlemleri almış, her alanda gerçekleştirdiği devrimlerle Türk milletine sonsuz bir gelişme ve ilerleme yolu açmıştır. Atatürkçülüğün özünü oluşturan ve birbirini bütünleyen cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik ve inkılâpçılık ilkeleri, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 3. Büyük Kurultayı’nda parti programına girmiş (1931), 5 Şubat 1937 tarih ve 3115 sayılı yasayla ve 1924 Anayasası’nın 2.maddesinde yapılan değişiklikle, Türk Devleti’nin temel nitelikleri olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyetçilik, Türk milletinin tümüyle devlet yönetimine katılmasını sağlayan ilkedir. Millet iradesinin egemenliğini öngörür. Hem bir devlet, hem de bir hükûmet biçimidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, saltanat ve halifeliğin kaldırılmasıyla amacına ulaşan ilke, Cumhuriyet’in sonsuza kadar korunmasını ve yaşatılmasını öngörür. Atatürkçülüğün öngördüğü milliyetçilik, ülkenin bölünmezliğini ve ulusal bütünleşmeyi sağlamayı, Türk milletinin refahını, zenginliğini, mutluluğunu ve varlığını yükseltmeyi sağlayacak hedefleri kapsar. Türklük ülküsünü benimseyen her bireyi Türk sayar, etnik ayrımcılığa, ırkçılığa ve ümmetçiliğe karşı çıkar. Bu anlayışa göre Türkiye Cumhuriyeti, millî sınırlar içinde Türklük duygusuyla yaşayan herkesin ortak devletidir. Atatürkçülük, toplumsal yönden halkçılığı öngörür. Halkçılık, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında yaptığı birçok konuşmalarında yeni yönetimin temel ve yönlendirici ilkelerinden biri olarak yer alır. Halkın egemenliğini, iradesini temel almak, yönetimde halka dayanmak, halktan güç alarak ona hizmet etmek anlamına gelen halkçılık, birbirlerini tamamlayıcı nitelikte şu üç unsuru kapsar: siyasî demokrasi (halk yönetimi), yasalar karşısında herkesin eşit olması, sınıf mücadelesinin reddi ve sosyal dayanışma. Atatürkçü halkçılık anlayışına göre, egemenliğin kaynağı millettir. Egemenliğin, devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete karşı olan görevlerinin tam anlamıyla yerine getirilmesi yolunda kullanılması, temel kuraldır. Atatürkçülük, ekonomik alanda, demokratik düzen içinde dengeli, hızlı ve planlı karma ekonomiyi öngören bir kalkınma modelini öngörür. Devletçilik ilkesiyle siyasî bağımsızlığı ekonomik bağımsızlıkla birlikte güvence altına almayı amaçlar. Özel teşebbüs hürriyetini ve piyasa ekonomisini temel almakla beraber, en kısa zamanda ekonomik kalkınmayı sağlamak için, genel çıkarların gerektirdiği durumlarda devletin devreye girmesini zorunlu görür. Atatürkçü devletçilik ilkesi esnek bir özelliğe sahiptir. Özellikle 1929 dünya ekonomik bunalımından sonra, ülke çıkarlarının gösterdiği doğrultuda devlet etkinliğine öncelik tanımıştır. Atatürkçülük, akılcı ve pozitif bilim anlayışına dayanarak din ile dünya ve devlet işlerinin ayrılmasını gerektiren, inanç özgürlüğünü getiren lâikliği temel ilke olarak benimser. Lâiklik sadece din ve devlet işlerinin ayrılmasından ibaret bir devlet yönetimi prensibi değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı, dünya ve toplum sorunlarına akılcı ve pozitif bir bakış açısıdır. Saltanatın ve hilâfetin kaldırılması, öğrenim birliğinin sağlanması, şer’iyye mahkemelerinin kapatılması, medenî kanunun yürürlüğe girmesi, 1928’de yapılan bir değişiklikle “Türkiye Devleti’nin dini, İslâmdır” hükmünün anayasadan çıkarılması, 1937’de lâiklik ilkesinin anayasaya girmesi ile devletin lâik bir yapıya kavuşturulması aşama aşama gerçekleştirilmiş oldu. Gelişme ve yeniliğe açık, çağdaşlaşma doğrultusunda sürekli değişimi öngören Atatürkçülük, inkılâpçılığı da ilkeleştirmiştir. Bu doğrultuda inkılâpçılık, çağa göre geri kalmış kurumların ortadan kaldırılması ve yerine, ilerlemeyi, gelişmeyi kolaylaştıracak kurumların getirilmesidir. Türk milletinin yükselme isteğini simgeleyen inkılâpçılık, çağın gereklerine uygun toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik değişimleri öngörür. Çağdaşlaşmaya yönelik uygulamalarla büyük bir atılımı gerçekleştiren bu ilkeler bütün toplum kurumlarını ve millet yaşamını ilgilendirir. İlkelerin temel amacı, Türk milletinin barış içinde, mutlu ve çağdaş bir yaşama kavuşmasıdır. Atatürkçülük, Türk milletinin yanı sıra mazlum milletlerin de bağımsızlık ve ilerleme yolunda tükenmez bir esin kaynağıdır.