AĞIT, sevilen bir insanın ölümünden duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiir. Halk edebiyatı şiir türlerindendir. Dîvan şiirinde ağıta mersiye denir. Ağıtın, toplumun uğradığı büyük felâket ve kayıplar üzerine söylenen şiir, ezgi gibi; ağlama, sızlama, feryat gibi ya da toplu halde (gurbete gidenlere, gelin gidenlere) ağlaşma gibi anlamları da vardır. Ağıt yakmanın geçmişi, eski Türklerde ölen insanların ardından yapılan “yuğ” geleneğine kadar çıkar. İslâmiyetten önceki dönemlerde, sevilen ve tanınmış bir insanın ölümünden sonra yapılan “yuğ” adı verilen dinî yas törenlerinde, “sagu” denilen şiirler söylenirdi. Bu şiirlerde ölen insanın yaptığı iyilikler ve kahramanlıklar dile getirilirdi. Günümüzde de Anadolu’da ölen insanın ardından yas törenleri düzenleme ve ağıt yakma geleneği sürmektedir. Halk şiirinde ağıt, sosyal acılarla ilgili olarak da söylenmiştir. Ağıt, koşma şeklinde söylendiği gibi türkü biçiminde de dile getirilir. Bu şiirler çoğunlukla hece vezninin on birli kalıbıyla, dörtlük şeklinde söylenirler. Ama üçlü ve beşli ağıtlara da rastlamak mümkündür. Ağıtlar, ezgi ve konu açısından ayırt edilebilirler. Ağıt yakanlara ise ağıtçı denir. Başka toplumların da kendilerine özgü ağıtları vardır. Bunun ilk ve en güzel örneklerini Homeros’un İlyada’sında görürüz. Troya surları önünde çarpışan Akhalar’la Troyalı yiğitlerden her iki tarafı da aynı insancıllıkla anlatan Homeros, “Tanrı benzeri”, “ölümsüz” diye nitelediği sayısız yiğitlerden her birinin ölümünde, sanki ayrı bir ağıt yakmış gibidir. Şiirsel bir duyarlıkla anlatır bu acımasız savaşın öldürdüğü yiğitleri. En güzel ağıt örneği, İlyada’nın sonunda, Troyalı yiğit Hektor’un ölümü için söylenmiş olanıdır. Halk edebiyatı geleneğimizde, âşıklar da, ölen ünlü kişilerin ardından ağıtlar söylemişlerdir. Bunlar bazen kendi istekleriyle, bazen de ölen kişinin yakınlarından birinin isteği üzerine yakılmış ağıtlardır. Bu bireysel örneklerin dışında, toplumun büyük çoğunluğunu etkilemiş olan savaş, yıkım, kıtlık gibi, ölüm ve acı getiren olaylar için de ağıtlar söylenmiştir. Bunların en etkileyici örneklerinden biri, “Yemen Türküsü” diye bilinen ağıttır. Osmanlı Devleti’nin güçlü döneminde kazandığı toprakları bir bir yitirmeye başladığı aşamada, Yemen çöllerine giden, gidip geri dönmeyen, onca acıyı yaşayan sayısız askerlerimiz için oluşturulmuş, anonim bir ağıttır Yemen Türküsü. Klasik edebiyatımızda da, ağıt örnekleri görülür. Bunlar arasında Recaizade Ekrem’in, Abdülhak Hamid’in ağıtları kendi türlerinin en güzel örnekleridir.
AĞIT
Recaizade Ekrem’in, oğlu Nijad’ın ölümü üzerine yazmış olduğu ağıttan bir bölüm:
AH NİJAD
........................
Dağda kırda rasgetirsem bir dere,
Gözyaşlarım akıtarak çağlarım.
Yollardaki ufak ufak izlere,
Seni sanıp bakar bakar ağlarım.
........................
Bu ayrılık bana yaman geldi pek
Ruhum hasta, kırık kolum kanadım. Ya gel bana, ya oraya beni çek,
Gözüm nûru oğulcuğum Nijad'ım.
Recaizade Ekrem
Bayburt’lu Zihni’nin, Bayburt'un istilâya uğraması üzerine yazdığı ağıt.
KOŞMA
Vardım ki yurdundan ayak çekilmiş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sâkiler meclisten çekmiş ayağı
Hangi dağda bulsam ben o maralı
Hangi yerde görsem çeşm-i gazâli
Avcılardan kaçmış ceylân misâli
Geçmiş dağdan dağa yoktur durağı
Lâleyi sümbülü gülü hâr almış
Zevk ü şevk ehlini âh u zâr almış
Süleyman tahtını sanki mâr almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihni dert elinden her zaman ağlar
Vardım ki bağ ağlar bağıban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı
Bayburtlu ZİHNİ