ARABİSTAN, (Arapça: Cazirat al Arab), Güneybatı Asya’da 12°-32° kuzey paralelleri ve 35°-60° doğu meridyenleri arasında kalan yarımada. Yüzölçümü yaklaşık 3 milyon km2’yi bulur. Kuzeyde Irak ve Ürdün, doğuda İran ve Umman körfezleri, güneydoğuda Arap Denizi, güneyde Aden Körfezi ve batıda Kızıldeniz ile Akabe Körfezi arasında kalır. Kıyının bazı kesimlerinde yüze kadar çıkan yeraltı suları ya da çok az yağış nedeniyle (dağlık kesimlerde) bitektir. Fakat geniş bir bölümü (iç bölümün hemen tamamı) çok kuraktır. Akarsulardan yoksun olan bu kesimde yerleşik hayat ancak vahalarda mümkündür. Arabistan Yarımadası’nın büyük bölümünde Suudi Arabistan Krallığı yer alır. Bunun dışında Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Umman ve Yemen Cumhuriyeti, diğer Arap ülkeleridir. Yarımadanın bilinen tarihi MÖ 1200’e dek iner. Bu tarihlerde güneyde Mina Krallığı vardı. Bu krallık MÖ 4.-2. yüzyıllarda en iyi dönemini yaşadı. Yine güneyde, doğu Yemen’de Saba, Bayhan’da Katabâ, Hadramut vadisinde Hadramut krallıkları kuruldu. Katabâ Krallığı Hadramut egemenliğine girdikten sonra MS 1. yüzyılda Hadramut Krallığı Saba Krallığı’na bağlandı. MS 4. yüzyılda Habeşistan kralı, Güney Arabistan’ı, Hadramut’u istilâ etti. Bu yüzyılın sonunda Sabalılar bağımsızlıklarını kazandılar; Hadramut’u, Katabâ ve Mina krallıklarını kendi yönetimleri altına aldılar. Bu sırada Himyar denilen beşinci krallık ortaya çıktı. Bu krallık sonradan kendisini Saba Krallığı’nın vârisi saydı. MÖ 2. yüzyılda kuzey Arabistan’da Dedan ve daha sonra (bugünkü Ürdün’de) başkenti Petra olan Nabatan krallıkları kuruldu. Nebatiler MÖ 60’ta Roma’nın egemenliğine girdi. MS 4. yüzyılda güneyden gelen Kinda kabilesi Mekke dolaylarına yerleşti ve zamanla bütün orta Arabistan’a egemen oldu. Kuzeydoğu Arabistan’da kurulan Hira Krallığı, Kinda’yı büyük bir savaş sonunda yendi ve kalan Kindalıları yeniden güneye sürdü (MS 6. yüzyıl). Aynı yıllarda kuzeyde Gassan Krallığı kuruldu. Bu iki krallık Bizans’la Sasâniler arasındaki savaşlarda önemli rol oynadı. 7. yüzyıl başlarında ikisi de yıkılınca Arabistan’da birbirleriyle sürekli çatışan kabileler egemenlik sürmeye başladı. Her kabilenin bir tanrısı vardı. Hz.Muhammed’den önce bunlar arasında en yüce tanrıya Allah deniliyordu. Dinî yaşamın merkezi Kâbe idi ve Cebrail’in gökten getirdiği söylenen Hacerül Esved burada korunuyordu. O sıralarda Medine’nin adı Yesrib idi. Hz Muhammed, Mekke’yi fethettikten (630) sonra İslâmın egemenliğini kesin olarak Arap Yarımadası’na kabul ettirdi. Bütün kabile reisleri, emirler ve Arapların önde gelenleri Peygamber’e bağlılıklarını bildirdiler. 632’de Peygamber vefat edince Arap kabileleri ayaklanmaya başladı. Düzmece peygamber Beni Hanife kabilesi reisi Museyleme önderliği ele aldı. Bundan başka Arap Yarımadası’nın birçok yerinde ayaklanmalar ortaya çıktı. Halife Ebu Bekir, Halit bin Velid’in ordusuyla Tulayha’yı ve Beni Tamim’i ortadan kaldırdı. Museyleme de iç kargaşada öldürülünce İslâm orduları Yemen’e yönelerek burayı da kısa zamanda disiplin altına aldılar (633). Böylece Arap Yarımadası’nda İslâmiyet adına bir tehlike kalmamış oldu. Hz.Ebubekir’den sonra hilâfet makamına geçen Hz.Ömer döneminde (634-644) büyük fetihler yapılarak İslâmiyet güçlendi ve yeni dinin yayılması hızla gerçekleştirildi. Bu dönemde yeni bir ruh kazanan Arapların, İslâmiyet’in erdemlerinden yararlanarak birlik içinde güçlü topluluk hâline geldikleri görülür. Halife Osman’ın öldürülmesi olayı Araplar arasında eski kin ve düşmanlıkların yeniden su yüzüne çıkmasına neden oldu. Halife Ali dönemindeki Cemel (deve) Vakası’ndan sonra İslâmlar arasındaki ayrılık yüzyıllar boyu sürüp gitti. Bununla birlikte ilk Emevî hükümdarı olan Muaviye iç çatışmaları baskı altına alarak devletin başkentini Suriye’de Şam’a taşıdı. Böylece Arap İslâm devletinin ağırlık noktasının Suriye’ye kayması üzerine özellikle Arap Yarımadası’nda ayaklanmalar görüldü. Mekke ve Medine kentlerinin başkaldırması üzerine Arap dünyasında ikinci kez iç savaşlar dönemi açıldı. Şiiler ve Haricîler İslâmiyet içinde önemli sorun hâline geldiler. 692’de Emevî Kumandanı Abdülmelik isyanları bastırarak Arap Yarımadası’nda disiplini sağladı. Emevîler döneminden sonra tarih sahnesine çıkan Abbasîler döneminde de bu kez Bağdat’ın merkez oluşu ile Irak bölgesi önem kazandı. Abbasîler zamanında İslâmlığın çıkış yeri olan Arap Yarımadası sıradan bir eyalet hâline geldi. Bölgesel bir hükûmeti olmayan Arap Yarımadası’ndaki kentler ve yerleşme merkezleri, doğrudan doğruya halifeye bağlı valiler tarafından yönetildi. Halife Mutevekkil ölünce merkezî yönetimin güçsüzleşmesi üzerine Yemen, Zeyd, Sana, Bahreyn gibi bölgelerde yeniden ayaklanmalar başladı. Bundan sonra Arabistan’da düzenli bir siyasî varlıktan söz etmek olanağı kalmadı. Kabilelerin iç çekişmeleri yüzünden Arap Yarımadası eski istikrarlı yaşamını yitirdiği gibi, Bağdat’taki merkezi hükûmetin de etkisi çok azaldı. 1258’den sonra Mısır Memlûk sultanlarının Mekke ve Kızıldeniz kıyılarında bir yere kadar etkinlikleri vardı. I.Selim döneminde (1512-1520) Osmanlı devlet yönetiminin özellikle Mekke, Medine, Hicaz bölgesini denetim altına aldığı görülür. Kanunî Sultan Süleyman döneminde Yemen’i topraklarına katan Osmanlılar özellikle Zeydîler’e karşı uzun süre mücadele vermek zorunda kaldılar. Osmanlı yönetimi ile yöresel güçler arasında çıkan çatışmaların en önemlilerinden biri, hiç kuşkusuz 1803’te Vehabîler’in Hicaz’a karşı yaptıkları saldırıdır. Bu ayaklanma uzun süren uğraşlar sonucu (1811-1818) Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından bastırıldı. 1845’e kadar Hicaz, Mısır valisinin yönetiminde kaldı. 1871-1872’deki Yemen ayaklanmaları Ahmet Muhtar Paşa tarafından bastırıldı. 1889 ve 1904 ayaklanmalarını ise Ahmet Fevzi Paşa (Çakmak) durdurmaya çalıştı. 1914-1918 I.Dünya Savaşı’ndan sonra Arabistan Yarımadası’nda bağımsız devlet olarak Hicaz Krallığı, Yemen İmamlığı, Neced ve Şammar emirlikleriyle çeşitli yöresel sultanlık, emirlik, imamlık ve şeyhlikler ortaya çıktı.