ATATÜRK İLKELERİ, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, devletin işleyişiyle ilgili olarak ortaya koyduğu temel yaptırımlara verilen ad. İlkeler, Atatürk’ün, yaşadığı ortamdaki olayları akıl yoluyla değerlendirmesi ve tarih bilinciyle yorumlaması sonucu oluşan ve Atatürk İlkeleri adıyla anılan bu kavram, Temel İlkeler ve Bütünleyici İlkeler olmak üzere iki noktada toplanır.

1) Temel İlkeler:

a) Cumhuriyetçilik : Cumhuriyet, hem bir devlet, hem de bir hükûmet şeklidir. Devlet şekli olarak cumhuriyet, egemenliğin bir kişi veya zümreye değil, milletin tümüne ait olduğu bir devlet demektir. Hükûmet şekli olarak cumhuriyet, başta devlet başkanı olmak üzere, devletin başlıca temel organlarının seçim ilkesine göre kurulmuş olduğu, özellikle bunların oluşmasında veraset ilkesinin rol oynamadığı bir hükûmet sistemidir. Gerçekte, devlet ve hükûmet şekli olarak cumhuriyet kavramlarının birbirleriyle çok yakından ilgili olduğu açıktır. Cumhuriyet yönetiminde bir diğer temel ilke de, seçme ve seçilme hakkının tüm vatandaşlara tanınması ve uygulanmasıdır. Bu nedenle gerçek cumhuriyet, demokratik hayatla gerçekleşir. Atatürk’ün tanımlamasına göre, “Türk milletinin karakter ve yapısına en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir.” Çünkü; cumhuriyet, millî egemenlik idealini, vatandaşın devlete ve devletin vatandaşa karşı hak ve görevlerini en iyi düzenleyen yönetim şeklidir. Cumhuriyetçilin en başta gelen niteliği, Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinde belirir. Atatürk, en iyi yönetim şekli olarak gördüğü cumhuriyetin işleyişini şöyle belirtir: “Cumhuriyet’te son söz, millet tarafından seçilmiş Meclis’tedir. Millet adına her türlü kanunları o yapar, Hükûmete güvenoyu verir veya düşürür. Millet, vekillerinden memnun olmazsa, belirli zamanlar sonunda başkalarını seçer. Millet, egemenliğini, devlet idaresine katılmasını, ancak, zamanında oyunu kullanmakla sağlar.”

b) Milliyetçilik : Bu ilkenin dayanağı millettir. Millet, geçmişte bir arada yaşamış ve şimdi de bir arada yaşayan, gelecekte de bir arada yaşama inancında olan, aynı vatan ve vatanın maddî ve manevî değerlerine sahip çıkan, aralarında dil ve düşünce birliği olan insanların oluşturduğu toplumdur. Milliyetçilik ilkesi, milleti içtenlikle sevmek, çağdaş bir toplum olarak yüceltmek ve onun uğruna hiçbir ödün vermemek anlayışına dayanır. Bu doğrultuda milliyetçilik, Türk milletinin kaderini belirleyen bir temel ilke, bir yüce ülkü, milleti huzur ve refaha yönelten en güçlü bağdır. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, Türk milletinin refahını, zenginliğini, mutluluğunu ve varlığını yükseltecek hedeflere yönelmektir. Atatürk’e göre, “Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.” Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının başlıca nitelikleri şunlardır:

·         Dini, mezhebi, soyu, dili ne olursa olsun kendini Türk bilen ve kendini Türk gören herkes Türk’tür.

·         Her türlü saldırganlığa ve sömürgeciliğe karşıdır. Başta, yakın komşuları olmak üzere, bütün dünya ülkeleriyle barış ve dostluk içinde yaşamayı amaçlar.

·         Kalkınmak ve çağdaş ülkeler düzeyine ulaşmak için, millî bir ekonomiye sahip olmayı öngörür.

·         Türk milletinin manevî değerlerine sahip çıkar.

·         Akılcıdır, bilime dayanır.

·         Her türlü ayrımcılığa ve bölücülüğe karşıdır.

·         Eşitlik prensibine dayanır.

·         Milliyetçiliği reddeden fikir akımlarına karşıdır.

c) Halkçılık : Genel anlamda, bir devletin sınırları içinde oturan ve o devletin yasalarına bağlı olan insanların tümüne “halk” denir. Bu topluluğun belirli idealler doğrultusunda bilinçlenmesi ile de “millet” oluşur. Buna göre, egemenliğin milletin tümüne ait olabilmesi için öncelikle halkın, bu bilince ulaşması gerekir. Halk bu bilince ulaştığı an onların bütünü demek olan millette egemenlik kesin olarak belirir. Bir diğer önemli konu da, halkın eşit haklarla yönetime katılmasıdır. Buna göre, millî egemenliğin en üst düzeye ulaşabilmesi, halkçılık ilkesinin benimsenmesi ve uygulanması ile gerçekleşebilir. Halkın egemenliğini, iradesini temel almak, yönetimde halka dayanmak, halktan güç alarak ona hizmet etmek anlamına gelen halkçılık, Millî Mücadele yıllarının en önemli anayasal belgelerinde de yer almıştır. 1921 Anayasası’na esas olan belge “Halkçılık Programı” adını taşır. Halkçılık, Atatürk’ün Millî Mücadele yıllarında yaptığı birçok konuşmalarında yeni yönetimin temel yönlendirici ilkelerinden biri olarak yer almıştır. Atatürk, bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Bizim görüşümüz -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan halka verilmesi ve halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok ki, dünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensibidir.” Halkçılık, Millî Mücadele yıllarının ve özellikle TBMM’nin demokratik havası içinde, “Cumhuriyetçilik” ile “Milliyetçilik” ilkelerinin bir sonucu olarak gelişmiş ve yerleşmiştir. Halkçılık ilkesi ile Türk toplumu, yönetime katılma hakkına, yasalar karşısında eşitliğe ve devletin olanaklarından eşit olarak yararlanma olanağına kavuşmuştur.

ç) Devletçilik : Bir milletin yönetimle ilgili ve ekonomik işlevlerinin devletçe birleşik bir yönetim altında bütünleştirilmesi siyaseti ve öğretisidir. Devletçiliğin temelinde, milletin temel gereksinimlerinin karşılanması ve sorunlarının çözümlenmesi yatar. Devletçilik, güçlü ve çağdaş bir devlet meydana getirmenin yanı sıra halkçılık ilkesinin de zorunlu bir tamamlayıcısıdır. Atatürk, güçlü bir devletin, güçlü bir ekonomiyle mümkün olabileceğini görerek konuyla ilgili şu açıklamayı yapar: “Yeni Türkiye Devleti temellerini süngü ile değil, süngünün dahi dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti, cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat, yeni Türkiye Devleti bir ekonomik devlet olacaktır. … Hayat demek, ekonomi demektir… Yaşamak için, kuvvetli bir devlet olmak için, ekonomi esastır.” Devletçilik ilkesi, Türkiye’nin koşullarından ve gereksinimlerinden doğmuştur. Bu anlayış içinde devletin ekonomiye müdahale etmesi, güçlü ve çağdaş bir ekonomiye ulaşmak için zorunluydu. Ekonomik kalkınmanın hızlandırılması, halkın temel gereksinimlerinin karşılanması zorunluğu, devletçilik ilkesinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Atatürk’e göre devletçilik, özel teşebbüs hürriyetinin ve piyasa ekonomisinin reddi demek değildir. Atatürk, bu konudaki görüşünü şöyle ifade eder: “Bizim izlemeyi uygun gördüğümüz devletçilik prensibi, tüm üretim ve dağıtım araçlarını bireylerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar içinde düzenlemek amacını güden, özel ve kişisel iktisadî girişim ve çabalara yer vermeyen, sosyalizm ilkesine dayalı kolektivizm, komünizm gibi bir sistem değildir. Bizim anladığımız ve izlediğimiz devletçilik, kişisel çalışma ve çabaları esas tutmakla birlikte, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha, ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için, milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadî alanda devleti fiilen harekete geçirmektir.”

d) İnkılâpçılık : İnkılâpçılık, çağa göre geri kalmış kurumların ortadan kaldırılıp yerine, ilerlemeyi, gelişmeyi kolaylaştıracak kurumların getirilmesidir. Bu konuda Atatürk, inkılâbı şöyle tanımlamaktadır: “İnkılâp, var olan müesseseleri zorla değiştirmek; Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medenî gereklere göre ilerlemesini sağlayacak müesseseleri koymuş olmaktır.” Yaşadıkları çağa ayak uyduramayan milletlerin hayatında çöküşün kaçınılmaz olduğu konusunda tarihte sayısız örnekler bulunduğunu, bu çöküşü önlemek için yeniliklere, gelişmelere açık olmak gerektiğini beliren Atatürk, “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşü ile medenî bir topluluk hâline ulaştırmaktır. İnkılâbımızın gayesi budur.” demektedir. Atatürk’ün inkılâpçılık anlayışının temel esası, devlet yönetiminin, zamana ve gelişmelere değil, milletin birçok fedakârlıklarla ortaya koyduğu inkılâplardan doğan ve olgunlaşan prensiplere bağlı kalması ve onları savunmayı öngörür. Atatürk’ün inkılâpçılık anlayışı akıl, bilim ve teknolojinin yol göstericiliğinde sürekli gelişmektir. Bu nedenle inkılâpçılık ilkesi, dinamik bir özelliğe sahiptir. Her alanda ilerlemeyi, gelişmeyi amaçlar.

e) Lâiklik: Devlet ile din işlerinin ayrılığı; devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması demektir. Lâiklik sadece din ve devlet işlerinin ayrılmasından ibaret bir devlet yönetimi prensibi değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı, dünya ve toplum sorunlarına akılcı ve bilimsel bir bakış açısıdır. Din, bir vicdan meselesidir. Dine duyulan saygı, aynı zamanda inanan kişilerin haklarına duyulan bir saygının sonucudur. Lâiklik, bütün kişiler için din özgürlüğünün tanınmasıdır. Din özgürlüğü, vicdan özgürlüğü yanı sıra ibadet özgürlüğünü de kapsar. Lâiklikte, dinî inançlara karşı olumsuz bir tutum söz konusu değildir. Bu ilke, kişilerin din ve vicdan özgürlüğünü egemen kılmayı amaçlar. Lâiklik, insanlarda hoşgörüyü geliştirir, millî birlik ve beraberliği güçlendirir. Gerçek din, böyle bir ortamda, doğru olarak öğrenilir. Bu nedenle lâiklik, aynı zamanda dinî kurumların, görevlerini tam olarak yapmalarına ve siyaset aracı olmasına karşıdır. Atatürk bu konudaki görüşünü şöyle ifade etmektedir: “Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Kimse kimseyi, herhangi din ya da mezhebi kabul etme yönünde zorlayamaz. Din ve mezhep, hiçbir zaman politik malzeme olarak kullanılamaz.” Türk inkılâbının temel taşı olarak kabul edilen lâiklik ilkesi ile din ve mezhep farklılıkları ortadan kaldırılarak, bu yönden millî birlik ve beraberlik duygusu güçlendi. Hukuk birliği sağlanarak, yargı önünde tüm vatandaşların eşit olması gerçekleştirildi. Toplum hayatında, dine ve insana saygı ile hoşgörü geldi.

2- Bütünleyici İlkeler:

a) Bağımsızlık: Bir devletin, başka bir devletin emri altına girmeden, kendi iç ve dış siyasetini belirlemesi ve uygulayabilmesidir. Devlet olmanın ilk koşulu budur. “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir.” diyen Atatürk, ortaya koyduğu ilkeler ve gerçekleştirdiği inkılâplarla, Türk milletini bağımsız ve özgür kılmak istemiştir. Bağımsız ve özgür devlet kuran bir millet, millî benliğini geliştirir. Bağımsızlık ve özgürlük, bir millete süreklilik kazandırır. Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı temel esaslardan biri tam bağımsızlık, diğeri ise millî egemenliktir. Atatürk, tam bağımsızlıktan ne anladığını şöyle belirtir: “Tam bağımsızlık denildiğinde, doğaldır ki siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri bir hususta tam bağımsızlık ve serbestlik belirtilmektedir. Bu saydıklarımdan herhangi birinin olmaması, millet ve ülkenin gerçek anlamda bağımsızlıktan yoksun olması demektir.”

b) Millî Egemenlik: Dışa karşı hür ve bağımsız yaşamak, içeride ise kendi kendini yönetmeyi, kendine hükûmet edecek kurulu seçmeyi öngören millî egemenlik, siyasî bağımsızlıkla birlikte gelişmiş ve gerçekleşmiştir. Millî egemenlik anlayışı, millet denilen topluluğun bağımsız, hukukî ve siyasî bir gerçek olduğu fikrine dayanır. Atatürk, bu konudaki görüşünü şöyle açıklamaktadır: “Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulan kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdur.”

c) Millî Beraberlik ve Ülke Bütünlüğü: Milletlerin güçlü olmaları, millî birlik ve beraberlik içinde olmalarının bir sonucudur. Millî beraberlik ve ülke bütünlüğü, Atatürk’ün üzerinde durduğu iki önemli ilke olup, onun milliyetçilik anlayışının özünden gelmektedir. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışında yurt, millet ve ülke bütünlüğü ve bunlara bağlılık esastır. Atatürk, millî beraberliğin önemini şu sözlerle ifade etmektedir: “Bir milletin başarısı, mutlaka millî güçlerin bir istikamette oluşması ile mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.”

ç) Yurtta Barış, Dünyada Barış: Barış, insanların ve milletlerin bir arada, güven içinde yaşamaları için gerekli olan unsurların başında gelir. Atatürk ilke ve inkılâplarının barışçı yönü, Türk milletinin, iç kavgalara sürüklenmeden, millî ve sosyal dayanışma içinde kalkınmasını esas alır. Atatürk, barışçılığı “Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişiyle açıklamıştır. Barış, toplumsal gelişmenin ve çağdaşlaşmanın ortamını hazırladığı gibi, değişik ülke insanları arasında uygarca ilişkilerin gelişmesini de sağlar. “Barış, milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur.” diyen Atatürk, bu konuda şöyle demektedir: “İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır… Çünkü, dünya milletlerin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, anlaşma ve iyi geçim olmazsa, bir millet, kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan yoksundur.”

d) Bilimsellik ve Akılcılık: Diğer ilkelere canlılık kazandıran ve onları destekleyen temel unsurlardan biridir. Bilimsellik, devlet ve toplum hayatında, kişisel hayatta, bilimi öğrenme, değerlendirme ve uygulama demektir. Atatürk ilke ve inkılâpları, ilerlemenin temeli olan çağdaş bilimi ve tekniği esas alır. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. … Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.” diyen Atatürk, sorunların çözümünde bilimin yol göstericiliğini belirtmiştir. Akılcılık, insanın akıl yoluyla gerçekleri kavrama yeteneğine sahip olmasıdır. Akılcılık, insanların doğru karara varması ve başarılı uygulamalar yapması için sağlam fikirlere sahip olmasını ister. Atatürk’ün gerçekleştirdiği bütün eserlerin temelinde sağlam düşünce, akıl ve hareket vardır. “Akıl ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele yoktur.” diyen Atatürk, devlet yönetiminde ve toplum hayatında aklı ve bilimi egemen kılmaya çalışmış; devlet yönetiminde ve toplum hayatında akla ve bilime verdiği önemi şu sözüyle vurgulamıştır: “Bizim akıl, mantık ve zekâ ile hareket etmek, en belirgin özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar, bu gerçeğin kanıtlarıdır.”

e) Çağdaşlık ve Batılılaşma: Atatürk, millet olarak, niçin ve neden geri kaldığımızı çok iyi görmüş, batının üstünlüklerini anlamış, Türk milletinin her alanda gelişmesi ve güçlü olması için çağdaşlaşması gerektiğine inanmıştı. Atatürk, geçmişte yapılan yanlışların tekrarlanmamasını şöyle ifade ediyordu: “Memleketimizi geliştirmek istiyoruz. Bütün mesaimizin, Türkiye’de çağdaş, binaenaleyh batılı bir hükûmet vücuda getirmektir. Medeniyete sahip olup da batıya yönelmemiş bir millet var mıdır?” Bu kararlılık Atatürk’te, bir var olma mücadelesi şeklinde ortaya çıkar. Atatürk, bu konudaki kararlılığıyla ilgili olarak, “Memleket, behemehal çağdaş, medenî ve yenilenmiş olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. Bütün fedakârlığımızın semere vermesi buna bağlıdır. Türkiye, yeni fikirlerle donatılmış namuslu bir idare olacak, ya da olamayacaktır.” diyordu. Millet olarak çağdaşlaşmanın ve batı medeniyetine dahil olmanın önemini Atatürk, şöyle açıklıyordu: “Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp, dünya ile ilgisiz yaşayamayız… Bu hayat, ancak bilim ve fen ile olur. Bilim ve fen nerede ise orada olacağız ve ulusun her bireyinin kafasına bunu anlamaları için işleyeceğiz. Bilim ve fen için kayıt ve koşul yoktur…” Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak, hatta çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak idealini, millete ve gençliğe aşılamak için her fırsattan yararlanan Atatürk, “Milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, bilince bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu, sürekli olarak her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek ulusal ülkümüzdür.” diyordu.

f) İnsan ve İnsanlık Sevgisi: Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı temel esaslardan biri de, insan sevgisini ön planda tutmasıdır. Ancak bu sevgi, sadece kendi milletini sevmeyi değil, tüm insanları sevmeyi ve saygı duymayı da esas alır. Atatürk’ün insan sevgisi ve evrensellik düşünceleri, millî ve milletlerarası olmak üzere iki yönlüdür. Millî düşünceler, Türk milletinin kurtuluşu ve yükselişi üzerinedir. Milletlerarası düşünceler, insanlık ideali ile ilgilidir. Bu anlayışın simgesi, bütün insanlığın barış ve huzur içinde yaşamasını öngören “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesidir.